21 Ağustos 2009 Cuma



Fark etmez. Tek söylediğim buydu. Soğanlar bile bu kadar acımasız değildi gözlerime. Hem jülyen usulü soğan da neyin nesi, küp neyine yetmiyor, sevgili Emine S. Beder? Bir soğanı jülyen doğrayamazsın ki, çünkü katmanlar halindedir, dünya gibi. Sadece onun dünyasıyla uyumlu olmak istiyor, düşüncelerini beğenmediğimi hissettirerek saygısızlık etmekten korkuyordum, karar vermekten gizli bir haz aldığını hissetmiştim, o zaman neden onu mutlu etmeyeyim ki dedim içimden. Egosu böylece tatmin olurdu, o da belki daha sevecen olurdu. İyi niyetliydim. Domatesler rendenin deliklerinden sonsuzluğa yollanırken hissettiğim tam olarak bunlardı, müşfiktim, iyi niyetliydim. Şimdi bu domatesler suyunu salacak, o zaman sıcak suyu az koymalı. Ne az geliyordu ona, ne yetmiyordu, hayatın tüm kalıntıları onundu. Keskin bir bıçaktı o, kalıntıları kazıyan. Keskin bir acı! Elimden süzülen yaşam domateslere karışırken aklıma eski günler geldi, geçmiş; okyanusuma karışmaktan sıkılmış ufak bir dere gibi, kaderine isyan etmekte geçmişim, herşeyi kendine saklamak ister sadece. Hıh, dedim içimden. Mümkün olsa da kendine kalsan, her ne kadar küçük de olsan, arada canımı sıkmaya yeter tabiatın. Dokunmasan bana, ayırsak yatakları, aksan bir başka okyanusa. Ama sonra baktım kendime tencerenin parlak tabanından, konuştum kendimle. Kendim dedi ki kendime, yolunu çevirsen de sana akar bu dere, fark etmez.

1 Comment:

Travis said...

bu dere adamı boğar..